Seni Tanıyorum; Bana…
Stan Dale yakın arkadaşlarımızdan biridir. Stan, “Seks, Sevgi ve Yakınlık” adıyla adlandırılan sevgi ve ilişkiler üzerine seminerler vermektedir. Birkaç yıl önce Sovyetler Birliği’ndeki insanların nasıl olduklarını öğrenmek amacıyla yirmi dokuz insanı alıp iki haftalığına Rusya’ya gitti. Deneyimlerini bir gazetede yayımlayınca aşağıdaki anekdot bizi derinden etkilemişti.
Bir endüstri şehri olan Kharkov’da parkta yürürken ikinci Dünya savaşı gazisi yaşlı bir Rus dikkatimi çekti. Hâlâ üzerlerinde taşıdıkları madalyalar ve kurdeleler nedeniyle gazileri tanımamak mümkün değildir. Esasında bu kendini beğenmişlik değil. Devletin Rusya’yı korumaya çalışan insanları onurlandırdığının bir göstergesi. Karısıyla oturan yaşlı adamın yanına yaklaştım ve ona “Droozhba, emir” (arkadaşlık ve barış) dedim. Şaşkınlık içinde yüzüme bakan yaşlı adam Rusça “arkadaşlık” dememden yola çıkarak bana Amerika ve Rusya’nın el ele oldukları bir harita gösterdi ve “Americanski?” dedi. Ben de “Da, Americanski. Droozhba, emir” diyerek yanıt verdim. Sanki uzun zamandır kardeşmişiz gibi ellerimi avucunun içine aldı ve sevgi dolu bir tonlamayla “Americanski!” diye mırıldandı.
Birkaç dakika karısıyla birlikte sanki çok iyi Rusça biliyormuşum gibi benimle Rusça konuştular. Ben de sanki benianlayacaklarmış gibi ingilizce konuştum. Biliyor musunuz? Hiç birimiz de bir kelime bile anlamadık, ama birbirimizi anladık. “Droozhba, emir, Americanski.” Ve “Seni seviyorum. Senin ülkenden olmaktan gurur duyuyorum. Savaş istemiyoruz. Seni seviyorum.” diyerek kucaklaştık, gülüştük ve ağlaştık.
Yaklaşık beş dakika sonra birbirimize veda ettik ve gruptaki yedi kişi yürümeye başladık. On beş dakika kadar sonra biraz mesafe katettikten sonra aynı gazi bize yetişti. Bana yaklaştı, Lenin Şeref madalyasını çıkardı ve benim ceketime iliştirdi. Daha sonra beni dudaklarımdan öptü ve ömrümde hiç kimsenin kucaklamadığı kadar sevecen kucakladı. İkimiz de ağlamaya başladık. Birbirimizin gözlerine uzun uzun baktıktan sonra bana “Dossvedanya” (Allahaısmarladık) dedi.
Yukarıdaki öykü, Sovyetler Birliği’ne yaptığımız diplomasi seyahatinin sembolik bir örneğidir. Günlerce değişik ortamlarda farklı insanlarla tanıştıkf birbirimize dokunduk. Ne Ruslar, ne de biz birbirimizin aynısı olabiliriz. Toplam üç okuldan yüzlerce çocukla görüştük; Amerikalıları onlara atom bombası atmaya gelmiş insanlar gibi görmedikleri kesin. Her yaştan çocuklarla dans ettik, öpüştük ve birbirimize hediyeler verdik. Bize çiçekler, kekler, resimler, bebekler verdiler. En önemlisi de kalplerini ve içlerini açtılar.
Birkaç kere düğün merasimlerine davet edildik. Biyolojik anne babalar bile bizim kadar sıcak karşılanmazlardı herhalde. Gelinle, damatla ve hatta anne babalarıyla kucaklaştık, öpüştük, şampanyalar, votkalar içtik.
Kursk’ta yedi Rus aile tarafından ağırlandık. Bizi mükemmel bir akşam yemeğine götürdüler. Dört saat sonra kimse birbirinden ayrılmak istemiyordu. Şimdi grupça hepimizin Rusya’da yepyeni bir ailemiz var.
Bir sonraki gece “Ailemizi”, bu sefer de biz, bizim otelimizde ağırladık. Orkestra gece yarısına kadar çaldı ve bilin bakalım ne oldu? Yine yedik, içtik, konuştuk, dans ettik ve sıra vedalaşmaya gelince de ağlaştık. Her çalan şarkıyla sanki delicesine aşıkmışız gibi (gerçekte öyleydik) dans ettik.
Bu deneyimi ömür boyu devam ettirmek isterdim. Size gerçek duygularımı ifade edebilmem neredeyse imkânsız. Otelinize geldiğinizde Michail Gorbachev’dan şehir dışında olacağından o hafta sonu sizinle görüşemeyeceği için üzgün olduğunu, ama grubunuzu Merkez Büro elemanlarının yarısıyla birlikte iki saatliğine yuvarlak masa toplantısına davet ettiğini belirtir Rusça yazılmış bir telefon mesajı bulsanız ne yaparsınız? Seks dahil her konuda doğal ve açık bir tartışma yaşamıştık.
Yarım düzine babuşkaları içinde yaşlı hanımefendi merdivenlerden inse, sizi kucaklasa ve öpse ne hissedersiniz? Rehberleriniz Tanya ve Natasha grubunuza sizler gibi insanlarla tanışmadıklarını söyleseler ne hissedersiniz? Ve veda ettikten sonra hepimiz çılgınlar gibi ağlamıştık, çünkü bu mükemmel kadınlara aşık olmuştuk, onlar da bize. Evet, nasıl hissedersiniz? Belki de siz de bizim gibi hissederdiniz.
Şüphesiz her birimiz kendi deneyimlerimizi yaşamıştık. Oysa hepimizin deneyimlerinin ortak bir noktası vardı: Bu gezegende barışa ulaşabilmenin tek yolu bütün dünyayı ailemiz olarak kabul etmemiz. Bütün dünyayı kucaklamak ve öpmeliyiz. Dünyayla dans etmeli ve oyunlar oynamalıyız. Oturmalı, konuşmalı, yürümeli ve dünyayla birlikte ağlamalıyız. Bunu yapabilirsek, herkesin güzel olduğunu ve birbirimizi tamamladığımızı görebiliriz. Birbirimiz olmaksızın zavallı olduğumuzu anlayabiliriz. Böylece, “Seni tanıyorum; bana benziyorsun!” cümlesi, “Bu benim ailem ve ne olursa olsun onların yanındayım” şeklinde mega bir anlam kazanmış olacak.
Yazan:Stan Dale
Kitabın Adı:T.S.Ç Yüreğinizi Isıtacak Öyküler
Kitabın Yazarı:Jack Canfield / Mark Victor Hansen
Yayın Evi:HYB Yayıncılık
Category: Hayatın İçinden